Gözlerimi açtığımda, 20 kişilik bir arkadaş
gurubuyla birlikte, ilk defa gördüğüm bir odada oturuyorduk. Herkes sessiz ve
sakindi. Bir süre sessiz ve sakin bir şekilde oturmaya devam ettik. Kimseden
çıt ses çıkmıyordu ki etraftaki sessizliği aniden dışarıdan gelen bir kadın
çığlığı bozdu.
Hepimiz
dehşete kapılarak ayağa kalktık ve kapıya doğru yaklaştık. Bir şeylerin yolunda
gitmediği aşikardı fakat dışarı çıkmaya çekiniyorduk. Bir süre kapıda durup,
dışarıdan gelen çığlıkları dinledik. Dakikalar ilerledikçe kadının sesi
şiddetleniyor ve herkes git gide geriliyordu. Ne yapacağımızı bilemiyorduk...
Dışarı çıkıp yardım mı etmeliydik, yoksa burada durup beklemeli miydik? Derken bir
anda deprem olmaya başladı. Oda hunhar bir şekilde sallanıyor, bizler sabit
durmakta güçlük çekiyorduk. Bir yandan kadın çığlıkları, bir yandan deprem...
Herkesi büyük bir panik almıştı. Birden odanın kapısı açıldı ve yüzünü net
göremediğim biri "BU TARAFTAN GENÇLER GELİN ÇABUK ÇABUK ÇABUUKK" diye
bağırdı. Hepimiz, can havliyle koşmaya başladık. Etraf kıyamet gününe dönmüştü.
O kadar korkuyordum ki, gözlerimi kapatıp yalnızca koştum. Adeta uçuyor
gibiydim. Son sürat koşarken, gözlerimi hafif araladım ve bir uçuruma
yaklaştığımı fark ettim. Durmaya çalışırken ayağım takıldı ve uçurumdan aşağı
yuvarlandım. Yere düştükten sonra kalkmayı denedim fakat gözlerim karardı,
bayıldım.
Uyandığımda küçük bir odada tek başınaydım. Havasız ve rutubetli bir yerdi. Çok
korkuyordum. Kapıyı açmaya çalıştım fakat açılmadı. Uzun süre tekmeleyerek
bağırdım, arkadaşlarıma seslendim, hiç kimseden ses gelmedi. Burada kilitli
kalmıştım.
Uzun bir süre oradan kurtulmak için çabaladım, bağırdım, yardım istedim, etrafı
tekmeledim... Yaptığım her şey nafileydi. Uzun saatler geçti. Yavaş yavaş
karnım acıkmaya başlamıştı. Burada tek başına öleceğimi düşünüyordum. Açlıktan
uyuya kaldım.
Gözlerimi açtığımda sanki aradan yüzyıllar geçmiş gibiydi. Odada bir tabak
pirinç pilavı vardı ve etraf sigara kokuyordu. Hemen pilavı yedim. Yemek
geldiğine göre birileri beni izliyordu. Peki ama neden burada tutuyorlar?
Olanların hiçbirini aklım almıyordu.
Günler bu şekilde geçmeye başladı. Yalnızca uyuyor, uyanıyor ve ben uyurken
gönderilen yemekleri yiyordum. Yapabileceğim başka hiçbir aktivite yoktu.
Günler öyle bir geçmiyordu ki, kendimi öldürmeyi bile düşündüm. Yemeği getiren
kişiyle asla yüzyüze gelemiyordum.
Sadece uyuyup yemek yediğim için zamanla kilo almaya başladım. O kadar havasız
ve bunalmıştım ki, kalkıp spor yapmaya, hareket etmeye biraz bile dermanım
yoktu. Zaman ilerledikçe kilo alışım inanılmaz boyutlara ulaştı. Artık kendimi
tanıyamıyordum. Zaten göremiyordum da... Haftalar bu şekilde geçiyordu ve artık
neye benzediğimi bile bilmiyordum.
Zamanla bedenimde, daha önce hiç kimsede görmediğim uzuvlar belirmeye başladı.
Öyle ki tarif bile edemiyorum. Yavaş yavaş bir canavara dönüşüyordum. Bunun
sebebi bana verdikleri yemekler olabilir diye düşündüm. Ya üzerimde bir deney
gerçekleştiriliyor ya da ne olduğunu bilmediğim bir hastalığa sahibim ve
karantinada tutuluyorum, onlarca bilim insanı da beni iyileştirecek ilacı
bulmaya çalışıyor. Bunlar en yakın seçeneklerdi. Ve iyimser olmaya fazlasıyla ihtiyacım
vardı.
Aradan aylar geçti. Burada yaşamaya alışmış, çaresiz bir şekilde ölmeyi
bekliyordum. Artık o kadar kilo almıştım ki, neredeyse odaya sığamıyordum. Ben
kilo aldıkça etraftaki sigara kokusu da artıyordu. Artık sona yaklaştığımı
hissediyordum. Galiba beni kurtaracak ilacı bulamayacaklardı. Daha fazla
yaşayacak dermanım kalmamıştı, hissediyordum. Neredeyse tüm günü uyuyarak
geçiriyordum. Bir gün uyuyacak ve bir daha uyanamayacaktım. O günün çok yakın
olduğunu ise görmemek imkansızdı.
Uyudum...
Uyandığımda kapının altından bir ışık geldiğini gördüm. Bu, aylar sonra
gördüğüm ilk yaşam belirtisiydi. Ne kadar heyecanlandığımı anlatmam imkansız. Mutasyona
uğramış kafamı eğip, kapının altından bakmayı denedim, birtakım uğultular
gelmeye başladı. Nihayet kurtuluyor muydum, yoksa sonum mu gelmişti bilmiyordum
ama artık son çarem bu ışıktı.
Kalan son gücümle kapıyı açmayı denedim. Dışarıdan çok şiddetli bir çığlık sesi
geldi. İnanılmaz derecede korkuyordum. Ama bu sefer kararlıydım, o kapıyı
açacağım. Derin bir nefes aldım ve tüm gücümü kullanarak kapıyı ittirdim. Kapı
aniden açıldı ve içeri büyük bir ışık girdi. Işık o kadar etkiliydi ki
gözlerimi açamıyordum. Ne olduğunu anlayamadığım büyük bir yapı tüm kafamı
sarmıştı ve beni o odadan çekip çıkardı. Önümü göremiyordum. Çaresizce büyük
bir telaş içinde ağlamaya başladım. Benden çok büyük, dev bir adam ayaklarımdan
tuttu ve popoma vurmaya başladı. Avazım çıktığı kadar ağlıyordum. Ben ağladıkça
dev adam pis pis gülüyordu.
Aylardır rutubetli bir odada durduğum için leş gibiydim. Dev bilim adamları
tarafından bir odaya götürülüp temizlendim. Daha sonra büyük bir havluya sarıldım
ve dev bir kadının kucağına verildim. Herkes bana bakıyordu. Bir süre sonra
aynı kadın, edepsiz bir şekilde gözlerimin önünde memelerini açıp ağzıma
sokmaya çalıştı. Sözüm ona bu benim ilk öğünümmüş ve emmem gerekiyormuş. “HOOV
HOOV O KADAR DA DEĞİL!” dedim.
Hayattaki ilk nemrutluğumu böylelikle anne sütünü reddederek gerçekleştirdim.
İlk nemrutluğumu asla unutamam.
Sevgilerimle,
Ayça Çalkoparan
Not: Odadaki sigara kokusunun sebebi, annemin bana hamileyken sigaraya aşerip
sinsi sinsi içmesiymiş.