19 Aralık 2013 Perşembe

Esaretin Memesi

Gözlerimi açtığımda, 20 kişilik bir arkadaş gurubuyla birlikte, ilk defa gördüğüm bir odada oturuyorduk. Herkes sessiz ve sakindi. Bir süre sessiz ve sakin bir şekilde oturmaya devam ettik. Kimseden çıt ses çıkmıyordu ki etraftaki sessizliği aniden dışarıdan gelen bir kadın çığlığı bozdu.


Hepimiz dehşete kapılarak ayağa kalktık ve kapıya doğru yaklaştık. Bir şeylerin yolunda gitmediği aşikardı fakat dışarı çıkmaya çekiniyorduk. Bir süre kapıda durup, dışarıdan gelen çığlıkları dinledik. Dakikalar ilerledikçe kadının sesi şiddetleniyor ve herkes git gide geriliyordu. Ne yapacağımızı bilemiyorduk... Dışarı çıkıp yardım mı etmeliydik, yoksa burada durup beklemeli miydik? Derken bir anda deprem olmaya başladı. Oda hunhar bir şekilde sallanıyor, bizler sabit durmakta güçlük çekiyorduk. Bir yandan kadın çığlıkları, bir yandan deprem... Herkesi büyük bir panik almıştı. Birden odanın kapısı açıldı ve yüzünü net göremediğim biri "BU TARAFTAN GENÇLER GELİN ÇABUK ÇABUK ÇABUUKK" diye bağırdı. Hepimiz, can havliyle koşmaya başladık. Etraf kıyamet gününe dönmüştü. O kadar korkuyordum ki, gözlerimi kapatıp yalnızca koştum. Adeta uçuyor gibiydim. Son sürat koşarken, gözlerimi hafif araladım ve bir uçuruma yaklaştığımı fark ettim. Durmaya çalışırken ayağım takıldı ve uçurumdan aşağı yuvarlandım. Yere düştükten sonra kalkmayı denedim fakat gözlerim karardı, bayıldım.

Uyandığımda küçük bir odada tek başınaydım. Havasız ve rutubetli bir yerdi. Çok korkuyordum. Kapıyı açmaya çalıştım fakat açılmadı. Uzun süre tekmeleyerek bağırdım, arkadaşlarıma seslendim, hiç kimseden ses gelmedi. Burada kilitli kalmıştım.

Uzun bir süre oradan kurtulmak için çabaladım, bağırdım, yardım istedim, etrafı tekmeledim... Yaptığım her şey nafileydi. Uzun saatler geçti. Yavaş yavaş karnım acıkmaya başlamıştı. Burada tek başına öleceğimi düşünüyordum. Açlıktan uyuya kaldım.

Gözlerimi açtığımda sanki aradan yüzyıllar geçmiş gibiydi. Odada bir tabak pirinç pilavı vardı ve etraf sigara kokuyordu. Hemen pilavı yedim. Yemek geldiğine göre birileri beni izliyordu. Peki ama neden burada tutuyorlar? Olanların hiçbirini aklım almıyordu.

Günler bu şekilde geçmeye başladı. Yalnızca uyuyor, uyanıyor ve ben uyurken gönderilen yemekleri yiyordum. Yapabileceğim başka hiçbir aktivite yoktu. Günler öyle bir geçmiyordu ki, kendimi öldürmeyi bile düşündüm. Yemeği getiren kişiyle asla yüzyüze gelemiyordum.


Sadece uyuyup yemek yediğim için zamanla kilo almaya başladım. O kadar havasız ve bunalmıştım ki, kalkıp spor yapmaya, hareket etmeye biraz bile dermanım yoktu. Zaman ilerledikçe kilo alışım inanılmaz boyutlara ulaştı. Artık kendimi tanıyamıyordum. Zaten göremiyordum da... Haftalar bu şekilde geçiyordu ve artık neye benzediğimi bile bilmiyordum.

Zamanla bedenimde, daha önce hiç kimsede görmediğim uzuvlar belirmeye başladı. Öyle ki tarif bile edemiyorum. Yavaş yavaş bir canavara dönüşüyordum. Bunun sebebi bana verdikleri yemekler olabilir diye düşündüm. Ya üzerimde bir deney gerçekleştiriliyor ya da ne olduğunu bilmediğim bir hastalığa sahibim ve karantinada tutuluyorum, onlarca bilim insanı da beni iyileştirecek ilacı bulmaya çalışıyor. Bunlar en yakın seçeneklerdi. Ve iyimser olmaya fazlasıyla ihtiyacım vardı.

Aradan aylar geçti. Burada yaşamaya alışmış, çaresiz bir şekilde ölmeyi bekliyordum. Artık o kadar kilo almıştım ki, neredeyse odaya sığamıyordum. Ben kilo aldıkça etraftaki sigara kokusu da artıyordu. Artık sona yaklaştığımı hissediyordum. Galiba beni kurtaracak ilacı bulamayacaklardı. Daha fazla yaşayacak dermanım kalmamıştı, hissediyordum. Neredeyse tüm günü uyuyarak geçiriyordum. Bir gün uyuyacak ve bir daha uyanamayacaktım. O günün çok yakın olduğunu ise görmemek imkansızdı.

Uyudum...

Uyandığımda kapının altından bir ışık geldiğini gördüm. Bu, aylar sonra gördüğüm ilk yaşam belirtisiydi. Ne kadar heyecanlandığımı anlatmam imkansız. Mutasyona uğramış kafamı eğip, kapının altından bakmayı denedim, birtakım uğultular gelmeye başladı. Nihayet kurtuluyor muydum, yoksa sonum mu gelmişti bilmiyordum ama artık son çarem bu ışıktı.

Kalan son gücümle kapıyı açmayı denedim. Dışarıdan çok şiddetli bir çığlık sesi geldi. İnanılmaz derecede korkuyordum. Ama bu sefer kararlıydım, o kapıyı açacağım. Derin bir nefes aldım ve tüm gücümü kullanarak kapıyı ittirdim. Kapı aniden açıldı ve içeri büyük bir ışık girdi. Işık o kadar etkiliydi ki gözlerimi açamıyordum. Ne olduğunu anlayamadığım büyük bir yapı tüm kafamı sarmıştı ve beni o odadan çekip çıkardı. Önümü göremiyordum. Çaresizce büyük bir telaş içinde ağlamaya başladım. Benden çok büyük, dev bir adam ayaklarımdan tuttu ve popoma vurmaya başladı. Avazım çıktığı kadar ağlıyordum. Ben ağladıkça dev adam pis pis gülüyordu.

Aylardır rutubetli bir odada durduğum için leş gibiydim. Dev bilim adamları tarafından bir odaya götürülüp temizlendim. Daha sonra büyük bir havluya sarıldım ve dev bir kadının kucağına verildim. Herkes bana bakıyordu. Bir süre sonra aynı kadın, edepsiz bir şekilde gözlerimin önünde memelerini açıp ağzıma sokmaya çalıştı. Sözüm ona bu benim ilk öğünümmüş ve emmem gerekiyormuş. “HOOV HOOV O KADAR DA DEĞİL!” dedim.


Hayattaki ilk nemrutluğumu böylelikle anne sütünü reddederek gerçekleştirdim. İlk nemrutluğumu asla unutamam.

Sevgilerimle,
Ayça Çalkoparan

Not: Odadaki sigara kokusunun sebebi, annemin bana hamileyken sigaraya aşerip sinsi sinsi içmesiymiş.